top of page
Düzen Adamı  Alberto Moravia

Düzen Adamı // Alberto Moravia

Stok kodu: 9786052205273

Düzen Adamı

Alberto Moravia

 

Düzen Adamı çocukluğundan itibaren normalliğin peşine düşen Marcello’nun hayatı ekseninde toplumsal

alışkanlıkların ikiyüzlülüğünü ortaya koyuyor. Alberto Moravia kahramanı Marcello’nun takıntı

derecesindeki normallik arzusunu bir dürtü olarak tarif ediyor: “Kabul gören genel bir kurala uyma

iradesiydi, farklı olmak suçlu olmak anlamına geldiğine göre başkalarına benzeme isteğiydi” onunki.

 

“Maneviyatla sanatsal bütünlüğün nadiren rastladığımız birleşimi Moravia’yı Avrupa’nın en iyi yazarları

arasına yerleştiriyor.”

- John Burnside, Guardian

 

“En önemli romanı Düzen Adamı’nda Moravia, sinik fırsatçılar ülkesinde cinsellikle siyaset arasındaki

karmaşık ilişkiyi keşfediyor.”

- Rachel Donadio, New York Times

  • Alberto Moravia 1907’de Roma’da doğdu. Asıl adı Alberto Pincherle olan yazar 20. yüzyıl İtalyan edebiyatının önemli isimlerindendir. Çocukken tüberküloza yakalanması yaşıtlarıyla oynamak yerine edebiyatla ilgilenmesine vesile olur. Bu yıllarda İngilizce, Almanca, Fransızca çalışarak bazı önemli yazarları okumaya başlar. İlk romanı Aylaklar (Gli indifferenti) 1929’da yayımlanır. Eserlerinde savaş sonrası İtalya’sına yer veren Moravia’da yalnızlık, hayal kırıklıkları, ilişkiler, cinsellik ve aşk öne çıkan temalardır. Hayatını anlatan Life of Moravia kitabının yayımlandığı 1990’da ölür.

  • Türkçesi: Leyla Tonguç Basmacı (İtalyancadan çeviren)

    Yayıma Hazırlayan: Müge Karahan

    Son Okuma: Evrim Öncül

    Kapak Tasarımı: Deniz Akkol

    Sayfa Düzeni: Semih Büyükkurt

    1. Baskı, Ocak 2019

    328 Sayfa / 2. Hamur / Ciltsiz / 13,5 cm x 19,5 cm

    ISBN: 978-605-2205-27-3

370,00₺ Normal Fiyat
240,50₺İndirimli Fiyat
Adet

OKUMA PARÇASI


Önsöz

I


Marcello çocukken tıpkı saksağanlar gibi, nesnelere hayrandı. Belki anne babası katılıklarından değilse de kayıtsızlıklarından, onun sahip olma arzusunu tatmin etmeyi hiç düşünmemiş ya da belki hâlâ açığa çıkmamış daha derin içgüdüleri açgözlülüğünün ardına gizlenmişti. Marcello farklı farklı nesnelerle ilgili şiddetli arzuların sürekli saldırısına uğrardı: silgili bir kurşunkalem, resimli bir kitap, bir sapan, bir cetvel, taşınabilir kauçuk bir mürekkep hokkası... En ufak şey dahi ruhunda önce yoğun, makul olmayan bir arzu uyandırır, Marcello o şeye sahip olunca da arzunun yerini şaşkın, büyülenmiş, doymak bilmez bir memnuniyet alırdı. Marcello’nun kendine ait bir odası vardı, orada uyuyup ders çalışırdı. Dağınık halde masanın üzerinde veya çekmecelerde duran nesneler, onları yakın zamanda mı yoksa daha önce mi edindiğine bağlı olarak, ya henüz kutsallığını yitirmemiş ya da yeni yitirmişti. Dolayısıyla evdeki başka nesnelere benzemezlerdi; yaşanacak veya yaşanmış bir deneyimin kırıntılarıydı hepsi, tutku yüklüydüler, karanlıktılar. Marcello mülkiyetin bu sıradışılığının kendince farkındaydı ve bundan bir yandan tarifsiz bir zevk alırken bir yandan da sürekli yinelenen ve pişmanlık hissetmeye bile zaman tanımayan bir suç işlemiş gibi acı çekerdi.


Ancak onca nesne arasında en çok, muhtemelen yasak olduğundan, silahları çekici bulurdu. Çocukların oynadığı sahte silahlar, tenekeden tüfekler, mantar tabancalar, tahta hançerler değil; o bildik şekli şemailiyle tehdit, tehlike ve ölüm fikrini taşımakla kalmayıp bunların varlığının esas sebebi olan hakiki silahlardı. Çocukken oyuncak tabancalarla öldürmek imkânsızdı oysa büyükken silahlarla ölüm mümkün olduğu gibi üstelik bir de an meselesiydi; ihtiyatın engel olabileceği cezbedici bir şeydi sanki. Marcello’nun birkaç defa hakiki silah tutmuşluğu vardı; bir defasında kırsalda bir av tüfeğini eline almıştı, bir gün de babası ona çekmecede bulundurduğu eski tabancayı göstermişti ve her defasında, eli silahın kabzasındayken Marcello nihayet doğal uzantısını bulmuş gibi, onunla iletişim kurmuş gibi ürpermişti.


Marcello’nun mahallede birçok arkadaşı vardı ve silahlar konusundaki heyecanının, diğer çocukların masum askeri heveslerinden çok daha derin ve karanlık bir kökeni olduğunu hemen anlamıştı. Çocuklar savaş oyunu oynarken gözü dönmüş birer vahşi gibi davranır ama aslında sırf oyun olsun diye bu tavırları sürdürür ve gerçekten öyle hissetmeden taklit ederlerdi. Halbuki Marcello’ya tam tersi olurdu: İçindeki acımasızlığı ve vahşiliği savaş oyununda, eğer savaş oyunu oynamıyorsa da yok etmeyi ve ölümü temel alan eğlencelerde boşaltmaya çalışırdı. O sıralarda Marcello’nun zalimliği kendisine doğal gelirdi, bundan ne pişmanlık ne de utanç duyardı; yavan olmayan bir zevke erişmesinin tek yoluydu bu ve henüz kendinde veya başkalarında şüphe uyandırmayacak kadar da çocuksuydu. Yazın ilk günlerinde sıcak saatlerde bahçeye inerdi. Küçük ama gür bahçede yıllardır doğal hallerine bırakılmış sayısız bitki ve ağaç büyük bir karmaşa yaratıyordu. Marcello elinde tavan arasındaki eski bir halı dövme sopasından kopardığı ince, esnek telle bahçeye çıkar, bir süre ağaçların oyuncu gölgeleriyle güneşin yakıcı ışınları arasında çakıltaşlı patikalarda dolanarak bitkilere bakardı. Gözlerinin parladığını, bedeninin bu ışık dolu gür bahçenin canlılığına karışan bir sıhhat hissiyle dolduğunu hisseder, mutlu olurdu. Ama içindeki saldırgan ve zalim bir mutluluktu, sanki başkalarının mutsuzluğuyla değeri artacaktı. Marcello bir çiçek tarhının ortasında sarı, beyaz çiçeklerle dolu bir öbek veya yeşil saplı kırmızı bir lale veya uzun, beyaz ve etli çiçekleriyle bir kalla zambağı gördüğü anda teli kılıç gibi savurup bir darbe indirirdi. Tek darbede kesilen çiçeklerle yapraklar düzgün bir şekilde bitkinin yanına toprağa düşer, geriye başları kesilmiş sapları kalırdı. Böylece Marcello’nun yaşam coşkusu ikiye katlanır, fazlasıyla bastırılmış enerjisinin boşalmasını sağlayan derin bir haz duyardı; aynı zamanda da ne olduğunu tam bilmediği bir güç ve adalet duygusuyla dolardı, o bitkiler suçluymuş da Marcello cezalandırmış ve onları cezalandırmakta haklı olduğuna kanaat getirmiş gibi. Oysa bu eğlencesinin yasak olduğundan ve bundan ötürü kabahatli bulunacağından tamamen habersiz değildi. Ara sıra, neredeyse elinde olmadan villaya kaçamak bakışlar atar, annesinin salondaki, aşçı kadınınsa mutfaktaki pencereden kendisini seyrediyor olabileceğinden endişelenirdi. Korktuğu şeyin de azarlanmaktan ziyade kendisinin de anormal bulduğu ve gizemli bir şekilde suç sayıldığını bildiği eylemlere tanıklık edilmesi olduğunun farkındaydı.



Diğer Kitaplarımız

bottom of page