top of page
Dilenciler ve Kibirliler Albert Cossery

Dilenciler ve Kibirliler // Albert Cossery

Stok kodu: 9786052205624

Dilenciler ve Kibirliler

Albert Cossery

 

“Hayatı yaşamadan öğretmek cehaletin işlediği en iğrenç suçtu.”

 

İnsan ilişkilerine ve topluma getirdiği nüktedan ve kışkırtıcı bakışla Batı kültürünün son gerçek anarşist yazarı kabul edilen Albert Cossery’nin döneminin avangard yazarlarının aksine can sıkıntısı ve muğlaklıklardan uzak romanı, adaletsiz toplumların düzenini bozan hırsızlar, züppeler, dilenciler ve yersiz yurtsuzlardan oluşuyor. Eski felsefe hocası ve dilenci Gohar, uyuşturucu satıcısı ve şair Yeghen, otoriter ve eşcinsel polis amiri Nur El Dine, Kahire sokaklarında bir araya geliyor. Peki, toplumsal norm ve heveslere karşı çıkarken iç huzuru nasıl koruyorlar? Fakirliğin ortasında, usanmaz devlet güçlerinin durduramadığı yaşam enerjisini nasıl muhafaza ediyorlar?

 

"Karakterlerinin içinden geçtiği dinmeyen hüzne ve beyhudeliğe rağmen, Cossery her eserinde boyunduruğa karşı insanlardaki inatçı inancın gücünü göstermeye devam ediyor."

—Henry Miller

 

"Bir efsane… Otoritenin tüm biçimlerini çürüten yakıcı bir hiciv onunkisi. Mesajı çok açık: Cennet kaybolmadı, sadece hepimiz dünyanın cennetvari sadeliğinin tadına varamayacak kadar meşgulüz."

—Guardian

 

"Camus gibi Cossery de ahlaki soruları absürdün filtresinden geçirerek inceler; Miller gibi o da başıboşları kucaklar. Bununla birlikte onun yazınında çok güçlü bir politik görev duygusu vardır. Cossery’e göre en şiddetli isyan edimi,iştirak etmemeyi tercih etmektir."

—Los Angeles Times

 

"Albert Cossery... her gün karşımıza çıkması gereken bir isim. O kadar iyi ki: kusursuz bir üslupçu, boyun eğmez bir mizahçı, en önemli meselesi ise “her şeyin yanlış olduğu bir dünyada” hevesin beyhudeliği."
—David Ulin, Los Angeles Times

  • Albert Cossery (1913-2008): Mısır doğumlu Fransız yazar. On yedi yaşındayken hukuk eğitimini bitirmek için gittiği Paris’te okulu bitiremedi ve bütün yaşamını yazıya adadı. Eserlerinin tamamına yakınını Fransızca yazmasına, hayatının son altmış yılını Paris’te küçük bir otel odasında geçirmesine rağmen tüm romanları ya Mısır’da ya da diğer Arap ülkelerinde geçer. “Tembelliğin” kusur değil tefekkürün bir biçimi olduğu yaşam felsefesine uygun olarak altmış yıl boyunca sekiz roman yazdı. Albert Camus, Jean-Paul Sartre, Tristan Tzara, Alberto Giacometti, Lawrence Durrell ve Jean Genet gibi dönemin diğer yazar ve sanatçılarıyla yakın arkadaşlıklar kurdu. İlk öykü kitabı Les hommes oubliés de Dieu (Tanrının Unuttuğu İnsanlar, Kanat Kitap, 2004) yirmi yedi yaşındayken yayımlandı, ardından Henry Miller’ın desteğiyle ABD’de İngilizce çevirisi çıktı. 1990’da Fransız Akademisi tarafından verilen Grand Prix de La Francophonie ve 2005’te Grand Prix Poncetton’na layık görüldü. İnsan ilişkilerine ve topluma getirdiği nüktedan ve kışkırtıcı olduğu kadar berrak ve derin bakışla Batı kültürünün son gerçek anarşist yazarı olarak kabul edilir. Döneminin avangard yazarlarının aksine hikâye anlatıcılığı can sıkıntısı ve muğlaklıklardan uzaktır. Başkahramanları adaletsiz toplumların düzenini bozan hırsızlar, züppeler, dilenciler, yersiz yurtsuzlardan oluşur. Dilenciler ve Kibirliler Türkçedeki ilk romanıdır.

  • Fransızca Aslından Çeviren: Servet Ugan

    Yayıma Hazırlayan: Samet Yalçın

    Son Okuma: Ayşe Yılmaz

    Kapak Tasarımı: Deniz Akkol

    Sayfa Düzeni: Semih Büyükkurt

    1. Baskı, Haziran 2020

    205 Sayfa / 2. Hamur / Ciltsiz / 15,5 x 19,5 cm

    ISBN: 978-605-2205-62-4

234,00₺ Normal Fiyat
152,10₺İndirimli Fiyat
Adet

OKUMA PARÇASI


I


Gohar az önce uyanmıştı. Rüyasında boğulduğunu görmüştü. Dirseğinin üzerinde doğrularak uyku sersemi gözlerle etrafına kuşkuyla baktı. Artık rüya görmüyordu ama rüyasına o kadar yakındı ki gerçek tehlikenin farkına vardığında ne yapacağını bilemeden bir süre kalakaldı. “Aman Allahım, sel olmuş!” diye düşündü. “Nehir her şeyi götürecek.” Ama yaklaşan felaketten kaçmak için hiçbir şey yapmadı; tam tersine enkaza tutunan bir kazazede gibi uykusuna tutunarak gözlerini kapattı.


Kendini toparlaması uzun zaman aldı, gözlerini ovuşturmak istiyordu, ama son anda ellerindeki ıslaklığı fark edip durdu. Eski gazetelerden mürekkep ince yer yatağında tamamen giyinik halde yatıyordu. Her yeri su basmış, odanın döşeme taşlarını neredeyse tamamen kaplamıştı. Bir kâbusun bunaltıcı, kaçınılmaz sonu gibi sessizce ona doğru akıyordu. Gohar dalgaların sardığı bir adadaymış gibi hissetti; kımıldamayı göze alamıyordu. Bu suyun açıklanamaz varlığı onu hayretler içinde bırakmıştı. Bununla beraber gerçeğin farkına vardıkça, ilk başlardaki korkusu yavaş yavaş azalıyordu. Önüne çıkan her şeyi paramparça eden sel fikrinin yanılsama olduğunu şimdi anlıyordu. Bu gizemli suyun kaynağını sonunda bulmuştu: komşu dairenin kapısının altından sızıyordu.


Gohar tarifsiz bir dehşete kapılmışcasına titredi: soğuktu. Ayağa kalkmaya yeltendi ama hâlâ uykuluydu ve vücudundaki uyuşukluk hareket etmesine izin vermiyordu. Kendisini zayıf ve çaresiz hissetti. Ellerini ceketinin kuru kalmış yerlerine sildi; artık gözlerini ovuşturabilirdi. Bunu sakince yapıp komşu dairenin kapısına bakarak düşündü: “Döşeme taşlarını yıkıyor olmalılar. Ama neredeyse boğuluyordum!” Komşularının bu yersiz ve tuhaf, ani temizlik tutkusunun tam bir rezillik olduğunu düşündü. Böyle bir şey görülmüş değildi ki. Bir deri bir kemik kalmış, doğma büyüme buralı yoksul insanların yaşadığı mahalledeki bu yıkık dökük ve sefil evlerin döşeme taşları hiç yıkanmazdı. Bunlar hiç kuşkusuz mahalleyi etkilemek isteyen yeni kiracıların başının altından çıkıyordu.


Bu anlamsız temizlik takıntısı yüzünden Gohar’ın yaşadığı büyük şaşkınlık zihnini iyice bulandırmıştı. Bu su baskınını durdurmak için bir şeyler yapması gerektiğini hissediyordu. Ama ne? En iyisi beklemekti, muhakkak bir mucize gerçekleşirdi. Bu saçma sapan durumu çözmek için doğaüstü bir gücün müdahalesi gerekiyordu. Gohar şimdiden kendini çaresiz hissetti. Birkaç dakika bekledi ancak bir şey olmadı, hiçbir gizli güç yardımına koşmadı. Sonunda ayağa kalktı, deniz kazasından kurtulmuş ve sanrılar gören biri gibi hareketsiz bekledi; sonra binbir dikkatle ıslak zeminde ilerleyip odada mobilya niyetine bulunan yegâne sandalyeye oturdu. Bu sandalye haricinde odada üzerinde bir gaz ocağı, kahve cezvesi ve içme suyuyla dolu toprak testisinin bulunduğu ters çevrilmiş sandıktan başka bir şey yoktu. Gohar mümkün olduğunca az eşyayla yaşıyordu. Konforun en temel öğelerini uzun zaman önce unutmuştu. Eşyalarla çevrili olmaktan nefret ederdi; eşyalar sefaletin gizli tohumlarını taşırdı, sefaletin ölü ve ruhsuz varlığıyla kaçınılmaz olarak melankoliye yol açan en beter halini. Hayır, sefaletin görüntüsünü kastetmiyor, onun için hep bir soyutlama olarak kalacak bu kavrama elle tutulur bir değer atfetmiyordu. Sadece moral bozucu eşya izdihamından bakışlarını korumak istiyordu. Bu odadaki yoksunluk Gohar için ele geçirilemeyen bir güzellikti, adeta bir özgürlük ve iyimserlik havası soluyordu. Mobilyalar ve eşyalar ise çoğunlukla göz zevkini bozuyordu, zira onun hayatında cansız bir nesnenin yeri yoktu. Yalnızca canlı varlıklar sayısız çılgınlıklarıyla onu eğlendirebilirdi.


Mahvolmuş ve artık kullanılmaz hale gelmiş yatağına bakarak bir süre hareketsiz kaldı. Yatak görevi gören eski gazeteler tamamen su altındaydı ve zeminde yüzmeye başlamışlardı. Başına gelen felaketin görüntüsü ilkel sadeliğinden ötürü hoşuna gidiyordu. Hiçbir şeyin olmadığı yerde kopan fırtınalar boşunadır. Gohar’ın dayanma gücü bu mutlak mahrumiyetten geliyordu; yıkım karşısında kaybedecek hiçbir şeyi yoktu. Yeniden tuhaf komşuları aklına geldi ve bu garip temizliğin nedenlerini düşündü. Ne yapmak istiyorlardı? Ev böyle bir muameleye fazla dayanamazdı; zaten en kuytu köşelerine kadar çürümüştü ve yıkılmak için sadece küçük bir işaret bekliyordu. Kuşkusuz, herkes ölecekti.



Diğer Kitaplarımız

bottom of page